Türkiye’de Grafiğin Ortaya Çıkışı

Grafik, bizim toplumumuzda çok yeni bir sanat. “Grafik sözcüğü, sanat terimi olarak çok eskiye dayanır. Kökeni, eski Yunancadan, Latinceden gelir. Anlamı, yazı ve çizgidir. çağdaş sanat terimi olan resim ve fotoğraf ile yapılan iletişim araçlarına verilen genel addır. Temeli kalıplar kullanılarak çoğaltma esasına dayanır. Sanatçı mesajını, resim, fotoğraf illüstrasyon, yazılar yoluyla kitlelere iletimi sağlanır. Çoğaltma aracı olarak mümkün olan matbaa tekniklerini, film ve televizyon kullanılır.
Bugün oldukça yoğun yaşadığımız devingenlik, gelecekte, çok daha kapsamlı, yerleşmiş bir grafik olgusuyla karşılaşacağımızı gösteriyor. Bu süreci gözden geçirecek olursak, 1923’ten sonraki yönetimsel değişikliğin, toplumda, kültür ve sanat çevrelerinde yarattığı coşkunun, 1928 harf devrimiyle elde edilen . yeni biçim olanaklarıyla, batı düşüncesine, batı yaşam biçimlerinin benimsenmesine yol açtığını görüyoruz. Resmi kültür politikası gereği oluşan bu benimseyiş bir Türk Grafiği’nin oluşmasını sağlayamadı o dönemde. Kurtuluş Savaşından yeni çıkan ve yoksul bir ülke olan Türkiye’nin bugünkü grafik Olgusuna ulaşması konusunda elverişli koşulların oluşması için 1950’lere gelinmesi gerekiyor. Bu tarihten önce ülkemizde grafik sanatlar ya da tanıtım grafiği sözcüklerinin bilindiğini söyleyemeyiz. Özel girişimciliğin uygulamaya konulmasıyla, Türkiye bir tarım ülkesi olmaktan çıkıp, sanayi ülkesi olma yolunda ilerlemeye başladı. Bu ilerleyiş dışa bağımlılığı beraberinde getirmiş, Türkiye’yi üretken bir pazar olarak ele geçiren Amerika’nın istekleri doğrultusunda bir kalkınma planı hazırlanmıştı. ‘Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’, devlet kaynaklarının özel kesime aktarılması, makinalaşma, tanım vergilerinin hafifletilmesi ve lüks tüketime geçiş …
Bu politikanın grafik alanındaki olumlu etkilerini özellikle 1960’tan ” sonraki yıllarda görüyoruz. Üretimin çeşitlenmesi ve bu çeşitlenme oranında artan tüketim istekleri, bir pazarlama olgusunu da beraberinde getirdi. Reklamcılıkta hızlı bir gelişme oldu. Artan, duyum, tanıtına gereçleri (etiket, ambalaj .. vb.) açığını karşılamak üzere, ofset sistemiyle çalışan basım evleri kuruldu. Daha önce kurulan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin ardından; 1920-1930 yılları arasında Almanya’da sanatçı ve dizayner eğitiminde çağdaş yöntemler uygulamış, Bauhaus Okulunu iyi tanıyan, benzeri okulların Almanya ve başka ülkelerde kurulmaların da görev almış uzman bir eğitimci olan ProfSchneck, Türkiye’deki durumu inceleyip bir okul açılmasını önerir ve ilk yılın öğretim planlarını hazırlar. Okulun müdürlüğüne atanan Prof.Sabri Oran ve ProfSchneck Federal Almanya’dan gelecek ve Türkiye’den görevlendirilecek ilk öğretim elemanlarını seçerler. 1957’de Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu olarak eğitime başlayan okul beş dalda (Dekoratif Resim, Grafık Sanatlar, Mobilya İçmimarlık, Seramik Sanatları, Tekstil Sanatları) piyasaya yönelik, uygulamalı sanatlar eğitimi veriyordu. Daha sonra Yüksek Okul alan bu kurum Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu (D.T.G.S.Y.O) adıyla eğitimine devam etti (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1990-1991’den alınmıştır) .
iktidardaki ticaret burjuvazisi ile yeni yeni gelişmeye başlayan sanayi burjuvazisini destekleyen bürokrat kadroların dış ticaret tekelleriyle ve dış kültür odaklarıyla kurdukları ilişkiler, lüks tüketime kayan gelirleri çoğalttığı ölçüde, grafık sanatındaki etkinliklerin de oylumunu arttırdı. İşte bugün içinde yaşadığımız bu etkinlik ve sanat düzeyi her zaman tartışılabilecek ancak üretim düzeyi tartışma götürmeyecek kadar yüksek grafik olgusu, yukarıda özetle değindiğimiz olayların sonucudur. Aslında, olaya yalnızca Türkiye’de batı Örneği bir toplum oluşturma, batıdan alınan hazır kalıplara uygun kurumlar ve i/kişiler yaratma isteği çerçevesinde, tüketim ekonomisinin üretim-birey ilişkierine eleman ve araç sağlamak üzere açılan iki grafik okulunun tarihiyle, meslek eğitimiyle yetiştirdiği birkaç grafikçi sayısıyla sınırlandırarak bakmak yanlış bir yaklaşım olur. Cumhuriyetten sonraki Türk toplumunun yeni oluşum “sürecinde, kendi gelişiminden hiçbir ka1ıtım, hiç bir değer getirmediğini öne sürmek olanaksız. Sanat dallarımızın her birinin altında Türk insanının tari1ısel özü yatıyor kuşkusuz. Bugünkü grafiğin de, Cumhuriyetten önce yapıla gelen grafik ya da benzeri uğraşların birikimleri üzerinde temellendiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Grafik, toplumu oluşturan katlar arasında kültür alışverişini sağlayan en· önemli etkinliklerden biri olduğuna göre, kendi estetiğini, kurumlarını, giderek tarihini bu yolla sağlayabildiğine göre, Türk grafiğinin tarihi de Türk ·basımcılık tarihinden ayrı düşünülemez; çünkü grafık, ürünleri basılıp, yayılabildiği ölçüde vardır. Diyebiliriz ki; Türk Grafik Tarihi ülkemizde ilk basımevinin kurulmasıyla başlar.
İlk yazısal iletişimin ve grafiksel iletişimin temellerini atan İbrahim Müteferrika, Hafız Efendi ve Hacik Efendi’dir. Cedid Atlas tercümesi adlı ilk renkli, Türkçe coğrafya atlasının basılması (1802), ilk resmi gazete Takvim-i Vekayii’nin basılması (1831), daha sonra Türkçe gazetelerin yayımlanmaya başlaması (1860) ve sayfalarında düzeyleri çok düşük reklamlar görülmesi, taş baskı tezgahının kurulması gibi olaylar ardı ardına Cumhuriyet’in kurulmasına kadar birbirini izledi ve her birinin Türk Grafiğinin oluşmasında ayrı ayrı önemli yerleri oldu (Bkz.Resim 11). İlk puhar, ilk kağıt paralar, biletler,. etiketler, posta kartları, ilk hisse senetleri vb. gibi grafik unsuru ilk materyaller uzun zaman hattatların elinden çıkmıştır.
Türkiye’de Cumhuriyet öncesi dönemde, yardım dernekleri ya da tiyatro gibi konularda Arap harfleriyle, daha çok yazılı afişler yapılıyordu.
Daha sonraları bunların yerlerini, sayıları çok olmasa da yurtdışından gelen tüketim ürünlerine yönelik afişler almaya başladı. Ancak, bu afişler daha çok iç mekanlarda kullanılıyordu. Afış, bir sanat ürünü olarak ilk kez İhap Hulusi Görey ile gündeme geldi. Almanya’ daki grafik öğreniminden sonra 1925’te yurda dönen sanatçı uzun yıllar bu alanın tek ve yetkili temsilcisi olmayı başardı. Sanatçı, afişi bir reklam aracı olmanın ötesinde kalıcı bir çizgiyle bütünleştirebilmiş ve bu alanda küçümsenmeyecek bir birikim oluşturmuştur. Cumhuriyet’in ilk ürünlerini ve yerli üretimi tanıtan geniş kitleye kabul ettiren çabalarda, bir afiş sanatçısı olarak İhap Hulusi’nin imzası vardır.
Henüz yorum yapılmamış.