Son Satır Güncel Bilgiler

Sevgiliye

Sevgiliye yeni bir bakış, yeni bir dokunuş. Duyguların kaleme alındığı kendime mektup tıp si sizleri resmediyor. Ayrılıklar, kavuşmalar, mutluluklar, hüzün ve dahası. Bir çok duygu biz insanlar için var. Bu duyguları en son demine kadar yaşarken sizde kendinize mektuplar yazacaksınız. Bu anlamda Sevgiliye kategorisi yoğun duygu yükü ile sayfalarınıza geliyor.

Küçük bir senaryo var içimde büyüyen, en derin duygularımla birlikte. Yüzünü göremedim henüz. Tüm esrarengizliğiyle sahneye çıkmış, çocukluğumun peri masalı, film şeridi gibi aktı gitti. Ne yazarlar yazdı, ne yönetmenler oynattı. Yazanda oynayan da benim kendi dünyamda... Dünyam büyüdü... Yıldızlar geçti yanı başımdam... Adını koyamadığım fırtınalar koptu içimde gençliğime geri...
Uyku tutmuyor geceleri sen yoksun yanımda, özledim seni. Şöyle bir maziye bakıyorum. Ne güzel günler yaşamışız beraber. Ama şimdi ben gittim uzaklara yoksun yanımda. Hatırlar mısın? İlk buluşmamızı, ilk dansımızda dizlerimin nasıl titrediğini, ilk bakışmamızı. İlk seni seviyorum deyişini. Sana dokunurken içimde volkanlar patlar öpmeye kıyamazdım. Elbette hatırlarsın sende benim gibi....
Her gün bir Eylül akşamı yaşıyorum, içten duygularımı kara kalemle karaladığım. Sessiz çığlıklarımı atarken kimsenin duymaması en büyük teselli kaynağım oluyor. Öyle ki Çaldıran’ın en derinine inmişim, vurgun yemişim bedenime kanımın son damlasına kadar. Bir Eylül günü gördüğüm sana bir Eylül günü veda ettim yine sessiz haykırışlarımla. Hani mutluluğu yaşadığım sen...
Sana dokunmak istiyorum bu gece kelimelerimle… öylesine bir dokunma olmalı ki hayatının geri kalanında bir an aklından çıkarmamalısın. Öyle ki elimde olmadan, hakkım olmadan seni düşünüyorum… Düşünmeden edemiyorum. Bir mektup daha işte sevgiliye… Koca 47 yıl geçmiş ya. Hala dolanmışım ağlamaklı hasretine. 24 yaşımdan sonra her bir yaşım sanki çok daha...
Bilmem kaçıncı gece bu sensiz geçen ve gecenin bilmem kaçında yine gözümde iki damla yaşla sensizliğe olan isyanım. Bu gece en çokları düşündüm hep. Sana dair en çokları. En çokların hepsinin cevabı sen olanları ayırdım ayrıştırdım diğerlerinden. En çok özlediğimle başladım mesela. Arkasından yokluğuna alışamadığım eklendi sonra arkasına onlarcası... Hepsi...
Yine karanlık bir gecenin aydınlık bir köşesinde kendimle baş başayım.Yaşıyorum, yaşadıklarımı sorguluyorum. Henüz cevap verecek bir sorgulama yöntemi bulunmadı. Çağa ayak uyduramadığım akşamlardan birisi. An olarak yaşadıklarım şu küçük zaman diliminde kalacak, sabahın ilk ışıkları ile gözlerimi açtığımda hepsi akşamda kalmış, yaşanmamış sayılacak. Yıldızlar pembe dersem inanacak mısınız? Deniz siyah, bulutlar...
  Yıllar sonra arkama dönüp baktığımda harabeye dönen fakat her şeyi ile unutulmuş gönülleri, kat kat kurulan ve yine unutulan iyilikleri, güzellikleri anımsıyorum zaman zaman. Zamana yenilip tarihin tozlu mazisinde kaybolanların sayısı çok. Lakin bir yerlerimden tutup hâlâ bırakmayan o ilk günkü sıcaklığını koruyanlarda yok değil hani. Lise yıllarıma dönmek istediğim oluyor. Hani...
  Açılan kapının arasından ürkek bakışları ile içeriye uzanan başını geriye iten bir nesne varmış gibi zorlandı sanki. Kıvırcık saçları yüzünün yarısını kapatmış bir yandan açmaya çalışıyordu. Mesainin bitmesine sayılı dakikalar kalmıştı. Acelesi vardı,  belli ki geç kaldığını düşünüyordu. “Ben” dedi kısık sesle. “Buraya atandım, Kilimli Köyüne” Söylemek istediğinin gerisini getirmedi benim...
  Yere vuran yağmur damlacıklarının sesi kapladı yine ortalığı... Bir Kasım akşamı daha karanlıkta, yağmur damlalarının verdiği konserle renklendi... Henüz çok kısa bir süre oldu. Yep yeni mevsimlerini, ılıman insanlarını henüz kestiremeyecek kadar uzağım. Belki de öyle yapmacık coğrafyalardan, alışıla gelmiş toplumlardan henüz kurtaramadım kendimi. Hep arkadan vuranlardan sıyrılıp yelken açamadım Akdeniz'e,...
  22.11.2011. Saat 15:53. Kırmızı bir zarf geçti elime. Yüreğim pır pır etti, heyecanlandım. Sevincimin yerini korku aldı yazdıklarını okumadan önce. Umarım kötü şeyler değildir diye mırıldanarak açtım zarfı anlatılmaz duygular içerisinde. Sevinmek ile üzülmek arasında yatay ince bir çizgi çektim titrek ellerimin arasındaki bir kalemle çizgiyi dışarı taşırmamaya çalışarak. Her defasında...
Uyandım seninle dopdolu olarak. Yüzün ve insanın başını döndüren dünün hatırası bir an olsun uzaklaşmadı yüreğimden. Tatlı ve eşsizsin, yüreğimde ne tuhaf bir etki yaratıyorsun.  Kızıyor musun? Hüzünlü müsün? Kaygılı mı?... Bitap düştü ruhum üzüntüden, ve benim için huzur diye bir şey yok artık... Ama bana hakim olan o sonsuz...
Hayat, hayat ve hayat... nedir? Yaşadığımız ve yaşayacağımız bütün şeyleri içine alan girift bir terim. Beklentilerle, hayallerle, umutlarla süslediğimiz ; acısıyla, tatlısıyla bizzat iştirak ettiğimiz ; zalimce aşklara, maddi hırsa , köpekçesine bir şehvete esir edildiğimiz ; mantığımızın çözemediği, yüreğimizin her daim sızladığı bir süreç. Herkes ondan şikayetçi ama herkes...
  Aslında böyle bir başlıkla başlayan bir yazı bana ters ama herkes gününü ve gün içinde yaşadıklarından ortaya çıkan ruh halini not alırken böyle bir başlık atıyor. Şimdi daha iyi anlıyorum. Konuşup gününü paylaşacağın hiç kimsenin olmaması insanı kanepesiyle yastığıyla ya da not aldığı o defter parçasıyla muhatap ediyor. Onlar cansız...
Terminaldeyim... AŞTİ’de. Biraz önce düşündüm de benim bu terminallerde ne kadar çok zamanım geçiyor. Çoğu zaman hayatımla ilgili birçok kritik kararı da yine terminallerde aldım. Ve birçok delilik yaptım bu yerlerde. Mesela Gaziantep’e gitmek için gelip Isparta’ya gittiğim çok olmuştur. Bu gün de aynı şey oldu Van’a gitmek için geldim...
Senin gibi birini aradım durdum yıllardır. Doğan güneşin sıcaklığında yağan yağmurun şırıltısında, fakir soframdaki bir kaşık çorbada, seni düşünürken içtiğim bir yudum içkide, seni beklerken çektiğim sigaramın dumanında, tatlı uykumda gördüğüm düşlerimde, hafif hafif esen meltem rüzgârında hep seni aradım. … Kendini hissettirmeyen bir ilkbahar, benim için hiçbir zaman olmamış bir...
Yaşıyor muyum? Nefes alıyor muyum diye bakasım geliyor kendime, ara ara... Nasıl bir güne adım attım yada atamadım mı demeliyim bilmiyorum. Hayatımdan çıkarmak istediğim, ama bir türlü gerçeklerle yüzleşemediğim Eylül ay'ının son günleri. Bir şey yiyip içtim mi, gülümseme geçti mi içimden... Görüyor muyum? Hissediyor muyum? Eylül'ün son  günleri. İki gizli el...
Kediyi seven bir kadın fotoğrafına bakarak geçirdim son yirmi yılımı… bıkmadan, usanmadan… Acelem de yok, bir yirmi yıl daha bakabilirim. Yıllar sonra yeni bir fotoğraf ile bu denli bir çırpınışı yüreğimde hissetmek bana ağır geldi. Elimin altında, uzanamadığım! Seni sana emanet ettiğim İnci Kafe’de ki son gülüşün birkaç kez daha...